22 Aralık 2009 Salı

İyi ve Kötü...



Evet yine bir alıntıyla karşınızdayım...Son zamanlarda bu harika adama ciddi anlamda takılmış durumdayım...
Paulo Coelho...

Tez yazarken okunmaması gerektiği konusundaki bütün tepkilere karşın dayanamadım :) Ne tez, ne de başka birşey deliler gibi roman okumamı engelleyemiyor işte...
Geçen gün yazarın en son kitabı 'Kazanan Yalnızdır' ı bitirdim. Oradan küçük bir kıssadan hisse de paylaşmıştım hatta sizlerle...

O bittiği gibi 'Şeytan ve Genç Kadın' ı aldım ve şuan bitmek üzere...Otobüs yolculuklarım uzun sürüyor malum :D Sanırım bütün romanlarını bitireceğim...Haydi bakalım...

Size 'Şeytan ve Genç Kadın' dan, belki de kitapçıya gittiğinizde kapağı açınca okumanızın en fazla 5 dk süreceği önsözden bir bölüm aktarmak istiyorum...Buraya yazdığımın özel bir tarafı yok, onu demek istiyorum! Neyse yazsam iyi olacak...

'' İyi ile Kötü'nün birbirinden ayrılmasıyla ilgili ilk söylence eski Perslerde ortaya çıkmıştır: Zaman Tanrısı, evreni yarattıktan sonra çevresindeki güzelliğin farkına varır, ancak çok önemli bir şeyin eksik olduğunu hisseder: Bütün bu güzelliklerin tadını birlikte çıkarabileceği biri yoktur.

Tam bin yıl, bir oğlu olsun diye dua eder. Dualarını kime yönelttiği söylencede açıkça belirtilmemiştir, aslında kendisi her şeyin hakimi, en güçlü ve tek efendisidir. Yine de dua eder ve sonunda gebe kalır.

Zaman Tanrısı dualarının kabul olduğunu anlar anlamaz bir oğul dilemiş olmaktan pişmanlık duyar, çünkü dengelerin ne kadar kolay bozulabileceğinin farkına varmıştır. Ama artık çok geçtir, oğlu doğmak üzeredir. Yalvarıp yakarsa da ancak karnında taşıdığı erkek çocuğun ikiye bölünmesini sağlayabilir.

Söylenceye göre, Tanrı'nın dualarına karşılık olarak İYİ (Hürmüz), pişmanlığına karşılık olarak da KÖTÜ (Ahriman) doğar: ikiz oğullar.

Kaygılar içindeki Zaman Tanrısı, rahminden ilk çıkanın Hürmüz olması için çabalar; amacı Hürmüz'ün kardeşine göz kulak olması ve Ahriman'ın evrende hiçbir şeye zarar vermemesidir. Yine de Ahriman, kurnaz ve becerikli olduğu için doğum sırasında Hürmüz'ü bir yana itmeyi ve yıldızların ışığını ilk gören bebek olmayı başarır.

Ne yapacağını bilemeyen Zaman Tanrısı, Hürmüz'e yardımcı olmaya karar verir: Hürmüz ile birlik olup savaşarak Ahriman'ı alt edecek ve onun dünyaya hakim olmasını engelleyecek insan ırkını yaratır.''

Evet Pers söylencesine göre, hepimiz sonunda Kötü'yü yenmek üzere İyi'nin müttefiki olarak bu dünyaya gelmişiz. Sizce??

Ben mitolojiyi çok seviyorum...Sizler de seviyorsunuzdur umarım...

sakla yaralarını kimse acıtmasın bir daha...



Şöyle bir bakıyorum etrafıma...
Hepimiz sanki sırtında tıklım tıkış okul çantalarıyla dolaşan
Yorgun küçük çocuklar gibiyiz...
Kimimiz renkli cicilerimizin...
Kimimiz gıcır gıcır takım elbiselerin
Kimimiz de ne bulursak
Onun üzerine takıyoruz ağır çantalarımızı...
Sonra bizim gibi bir yorgun çocuk daha görüyoruz
O anda gizliyoruz yorgunluğumuzu
Zıpır çocuklar oluveriyoruz...

Herkesin içinde kalan yaraları var...
Hep dalga geçiyoruz hayatla...
Değiştiriyor kimi tavrını hayat boyu...
Belki doğrusu budur
Bilemiyorum...
Ama soruyorum işte bazen
(hep bir sorum var zaten)
Ne kadar doğru kendimizi bu kadar kandırmamız?
Yaralar temizlenmezse
Kirletmez mi ruhu?
Yaraların acısını umursamadığını zannederken
Başkalarını yaralamaz mı insan?

16 Aralık 2009 Çarşamba

kıssadan hisse...



Nasreddin kafasında görkemli bir kavukla sultanın huzuruna çıkmış, para dileniyormuş.

'Buraya para istemeye geldin, ama kafanda çok pahalı bir kavuk var. Kaç para eder o kavuk?'
diye sormuş sultan.

'Çok zengin birinin hediyesidir. Herhalde beş yüz altından az etmez' diye yanıtlamış zeki Sufi.

Sultanın veziri, 'Mümkün değil' diye homurdanmış. 'Hiçbir kavuk bu kadar para etmez.'

Nasreddin ise ısrarcıymış:
'Buraya yalnızca dilenmeye gelmedim, iş yapmaya da geldim. Ancak yüce bir soylunun bu
türbana altı yüz altın vereceğini biliyordum. Alınca da üstünü fakirlere dağıtacağım.'

Sultan bu iltifata bayılmış ve Nasreddin'e istediği parayı vermiş. Nasreddin dışarı çıkarken vezire dönüp
demiş ki:
'Kavuğun kaç para ettiğini bilmiş olabilirsin, ama ben de gururun insana neler yaptıracağını
bilirim.'

14 Aralık 2009 Pazartesi

kekremsi bir tat...



Yaşamsal aktivitelerim gitgide sıfıra inmeye başladı...
Yemek yemek, uyumak...
Ağzımda içe doğru büyümeye çabalayan iki inatçı diş
Yüzümde de şiş iki tane gözüm var...
Yapmam gereken milyon tane de iş...

Keyifsizim...
Üstüne üstlük dengesizim...
Keyifleniyorum..
Sonra limon sıkıyorum keyfimin üzerine...
Ekşi geliyor...
Biraz şeker, biraz su...
Ferahlatıcı ayarı tutturamıyorum...

Dişim...Gözüm...
Beynim...
Saçma sapan bilinçaltı rahatsızlıklarını geçtim...
Anlamsız, gereksiz, limoni sorular çıkartıyor öylece...
Kendimi bir yerlere kapatsam...
Mazoşistliğime ortak olmasan...

7 Aralık 2009 Pazartesi

akreple yelkovanın umrunda mı?




Zaman garip şey...
Özlem duyarken birşeylere, hemen geçsin istiyoruz...
Yetişmeye çalışırken hayata, yetmiyor hiçbirimize...
Akrep..Yelkovan...
Biz arada sıkışıp kalırken, hep aynı miskinlikle ilerliyorlar aslında...
Bilincimizin saçmalamalarına nasıl da şaşırıp, gülüyorlardır kimbilir...
Sıkışıp kaldıkları çerçeveler içinden...

Zamandan bile memnun olmayı beceremezken...
Hayatın tadını nasıl çıkartabiliriz ki?
Saate bakıyoruz...
Hayatımıza sınırlar koyuyoruz...
Saate bakıyoruz...
Sınırsız olsun istiyoruz...
Sanırım...
İstediğimiz ve yaşadığımız zamanlar akrep ve yelkovandan çok daha seyrek kesişiyor...

 
template by suckmylolly.com flower brushes by gvalkyrie.deviantart.com