31 Ekim 2010 Pazar

söz unutulur, gözler unutulmaz...

Evet insan kaç yaşına gelirse gelsin değişmeyen tek yeri gözleridir...

Ağlar bazen çokça, çirkinlikler görür yada güzelliklerle kahkahalarla çizgiler yerleştirir çevresine çeşit çeşit...

Ama bakışlar, o gözler hiç ama hiç değişmez...

Herkes unutur söylenen aşk sözlerini, kalp kıran sözleri, iltifatları...Tersini söyleyen yalan söyler...Ama içine içine bakabildiyseniz gözleri unutamazsınız...

Söz unutulur, gözler unutulmaz...


ezginin günlüÄ�ü..

27 Ekim 2010 Çarşamba

Yağmur, fırtına...

O KADAR ÇOK YAĞMUR YAĞIYOR Kİ, BİRAZDAN EV YIKILACAK DİYE HEYECANLA BEKLİYORUM 

EN ÜST KATTA OTURUYORUM VE BU SENE BURSA'YA YAĞAN YAĞMURUN HADDİ HESABI YOK TAM ANLAMIYLA...GEÇEN GÜN DAVLUMBAZIMIN DELİKLERİNDEN SULAR DAMLIYORDU, KONU HAKKINDA DAHA FAZLA YORUM YAPMAMA GEREK YOK SANIRIM :)

26 Ekim 2010 Salı

Zor ama...

Zormuş insanın hayatını tek başına oradan oraya taşıması, bir yere yerleştirmeye çalışması...

Lise hayatımı hatırlıyorum da; 17 yaşıma bastığımda ne kadar da büyümüş hissettiğimi ve bunun bana garip geldiğini...Komikmiş, çocuklar her zaman biraz komiktir...

Sonra tercihler yaptım herkes gibi, hiç bilmediğim kocaman bir şehre gittim, çoğunuz gibi...

O şehir çok şey aldı, çok şey verdi bana bir yandan...Bir şehrin size verdiklerindense aldıklarını görmek daha kolay oluyor sokaklarını paylaşırken...Bencillik de her zaman kolay olmuştur zaten!

O şehir benim gibi değildi, soğuktu, karanlıktı...İçim ısınmadı bir türlü...O beni sevdi mi bilmiyorum?! Ama sevmiş olmalı, sevgi olmadan yorulmaz insan, acımaz canı, büyümez...Ben büyümüşüm o şehirde, şimdi anlıyorum!

O şehirde umutlandım, o şehirde umutsuzluğa düştüm yine! Hayal kurmayı da orada öğrendim, hayallerimden vazgeçmeyi de...Çok ağladım evet...Ama çok da gülmüşüm, şimdi hatırlıyorum!

Hayatımın 3te birinin geçtiği şehirden, 3 sene bütün umutlarımı ve umutsuzluklarımı duvarlarında biriktirdiğim evden bir günde taşıdım bütün fazlalıkları...Sadece duvarlar ve ben kalmıştık..Sonra baktım duvarlara uzun uzun, temizledim oradan tüm anılarımı, ama küçük çantama sığdıramadım, çöplerle birlikte attım çoğunu hiç acımadan! Ben mi? Ben de fazlalıktım, kendimi de attım dışarıya sonra...

'Ne kadar da büyüdüm' diyecek kadar minik olduğum zamandan sonra hiç birşey paylaşmadığım şehre geri döndüm...Tanımıyordum, bilmiyordum...Rahat etmem için herşey hazırdı belki, ama ben sokakta kalmıştım...Benim için hazırlanan hiçbirşeyi istemiyordum, kendimi nereye koyacağımı bilemiyordum...Sonra buldum bir köşe ve yerleştirdim kendimi oraya...

Şimdi şu televizyonun üzerinde duran biblo gibi hissediyorum kendimi...O içimin ısınamadığı şehirde de aynı televizyonun üzerinde, hem de aynı yerdeydi...Hala aynı şekilde duruyor uzaktan bakınca! Ama baktığı duvarlar aynı duvarlar değil, içlerinde aynı anılar, aynı umutlar, umutsuzluklar yok...Yakından bakınca aynı da görünmüyor zaten gözüme!

Eşyaları yerleştirdim teker teker...Yerlerini değiştirdim, en güzelini bulana kadar...En güzeli olmadı ama...Aynı koltukta aynı şekilde oturamıyorum sanki...Kendimi yerleştiremedim ben bu şehre! Dahası bu hayata yerleştiremiyorum kendimi...Biblo kadar şanslı değilim, onun üzerine konacağı televizyon belli, belki o yüzden daha güvende hissederdi hisleri olsaydı!

Evet bir işim var, şikayet etmek istemiyorum hayatımdan! Ama oturmuyor üzerime, emanet gibi duruyor sanki...Nereye konulacağına karar verilemeyen, ama çöpe de atılamayan bir vazo gibiyim sanki...Elim ayağım dolanıyor, ne köşeye gitsem yine olmuyor, rahatsız! Başka bir şehir olsa diyorum...Acaba olur mu? Ama hiç heyecan vermiyor bir iki seçenekten başkası...

Bir şehri arkada bırakmak, bir evi eşyalarından ayırıp başkasına teslim etmek, bir sevgiliden ayrılmak sadece bir anını alıyor insanın! Ama hayat aslında o 'bir an' lardan oluşuyor işte...Şimdi bilmiyorum nasıl olsa da yeni 'an' lar yaşasam...Öyle olmadığını kabullenmek için her dakika çabalıyorum ama bomboş geliyor herşey...

Zormuş insanın küçücük hayatına uygun bir lego boşluğu bulması...Ama denemeli, sağa sola çevirmeli, uygun yeri bulana kadar denemeli...Deniyorum...Devam...

3 Ekim 2010 Pazar

pazar...

Google amcanın 'kendine en uygun kadın/erkek arkadaşı bul!' reklamını neden bana ve bu siteye uygun gördüğünü anlayamadığımı belirtmek istiyorum...


Bu güzel pazar gününe sabahın köründe sokaklar boşken, işe giderek başladım..Evet gerçekten zor bir durum tavsiye etmem :) Sonra da geldim evde oturuyorum kös kös...

Alın bakalım size bir pazar şarkısı o zaman....Benim gibi tek başına pazar günü geçirenler için biraz enerji verebilir...Tatlı pazarlar...


John Legend & The Roots - Hard Times
Yükleyen Mplay. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

28 Eylül 2010 Salı

uzun zaman olur bazen....



Çok uzun zaman olmuş...Her seferinde bunu yazıyorum değil mi?..

Belki de sadece yazmayalı uzun zaman olmamıştır...

Uçlardayım gibi geliyor bazen...Tam uçta duruyorum, topuklarım değiyor sadece toprağa, dengesizim...Sallanıyorum, sonra toparlanıyorum arada, hiç düşmem herhalde diyerek durmaya devam ediyorum...Sonra tekrar sallanıyorum bir önee, bir arkaya...Sonra tekrar, tekrar...

Uçta mıyım? Yoksa uç sandığım dip mi? Neresi başı neresi sonu çıkartamıyorum işte...

Geceler dinlendirmiyor, gündüzler büyütmüyor, yaşlanıyorum gitgide...Sadece kendime değil, herkese farkettire farkettire...Günahlarımla, bencilliklerimle, ikiyüzlülüğümle çizgiler çiziyorum yüzüme eciş bücüş...Bari sanatsal bir yanı olsaydı çizdiklerimin diyorum...Sonra gülümsüyorum çizgilerim batıyor yüzüme, bedenime...

Şimdi gidiyorum...Belki de tekrar 'uzun zaman olmuş' diyene kadar...

31 Ağustos 2010 Salı

ey yalnız kişi!



Ey kardesim, yalnizliga mi çekilmek istersin?

kendi yolunu kendin mi aramak istersin? biraz dur ve dinle beni..


kendine kötünü ya da iyini verebilir misin ve asabilir misin istemini basinin üstüne bir yasa gibi?

olabilir misin kendi kendinin yargici ve intikamcisi kendi yasanin?

bugün bile birçok seyde istirap çekiyorsun ey sen tek kisi: bugün hala cesaretin ve umutlarin tam.

fakat bir gün yoracak seni yalnizlik, bir gün bükülecek gururun ve yerinden oynayacak cesaretin. haykiracaksin bir gün “ben yalnizim” diye.

bir gün göremeyeceksin artik yükseldigini ve çok yakininda olacaksin alçaldiginin; kendi yücen bile korkutacak seni bir hayalet gibi. bagracaksin bir gün “her sey yanlis!” diye.

duygular vardir yalnizlari öldürmek isteyen; basaramazlarsa öldürmeyi, o zaman kendileri ölmek zorunda kalirlar. fakat yeter mi gücün senin katil olmaya?

koru kendini iyilerden ve adillerden! onlar hoslanirlar kendi erdemini yaratanlari çarmiha germekten –nefret ederler yalnizlardan…

koru kendini sevginin nöbetlerinden! çok çabuk uzatir elini yalniz kisi, karsilastigi her insana…

fakat karsilasabilecegin en büyük düsman kendin olacaksin yalnizca; bizzat kendin bekleyeceksin magaralarda ve ormanlarda pusuda.

ey yalniz kisi! kendine giden yolu yürürsün! kendinden ve yedi seytanin önünden geçer yolun!

ey yalniz kisi, yaraticinin yolunda yürürsün: bir tanri yaratmak istersin kendine yedi seytandan.

ey yalniz kisi, sevenin yolunda yürürsün: kendini seversin sen, bu nedenle küçümsersin kendini, sevenlerin küçümsedigi gibi.

yaratmak ister seven kisi, çünkü küçümser! sevdigi seyi küçümsemek zorunda kalmamis bir kisi, ne anlar ki sevgiden!

sevginle gidesin yalnizligina ve yaratmanla kardesim; çok sonra topallar adalet, senin ardindan.

gözyaslarinla gidesin yalnizligina kardesim. ben kendisinden ötesini yaratmak isteyeni ve öyle yok olani severim…

10 Ağustos 2010 Salı

yine kaçağımm :)

Eveeet işte bir kaçak kayıt daha :) Yine işteyim, sanki hep işteyim ben...

İnsan üstü mesai saatlerinde çalıştığım için gerçekten de hep işteyim :)

Neler oldu bakalım..Hiçbir şey olmadı aslında hep aynı...Aynı laf anlamaz insanlarla uğraşıyorum..Birileri birşeyi yapamayınca 'Tamam bununla bundan sonra Özlem ilgilensin' kararlarıyla, alakalı alakasız her konuda sorumluluk alıyorum..Eee sorumlu müdürüm normaldir diyorum...Öyledir herhalde :)

Onun dışında sigarayı bırakıyorum umarım bırakıyorumdur...Zor oluyor ama istiyorum...

Başka da birşey yok...Hala internetim yok, alt komşumun izinden dönmesini bekliyorum...

Tekrar görüşmek üzere...Mesaiye devaaam!!

30 Temmuz 2010 Cuma

kaçak kayıt....

Eveeet şimdi hızlı hızlı yazacağım çünkü hala işteyim :)

Başlıyorum demiştim sonra da birşey dememişim farkındayım..

Neler oldu ozamandan beri??

İşe başladığımdan beri her yere burnumu sokuyorum, herşeyi öğrenmeye çalışıyorum...Uslanmaz çocuklar gibiyim gerçekten :)

Ama tekstil boyaması ile ilgili oldukça şey öğrendim diyebilirim...

Bakalım daha da öğreneceğim..Tabi bu zamana kadar kollarımın heryerini yaktım, bir kez de SÜLFİRİK ASİT çektim ağzıma...Evet evet sülfirik asit :) Ama hala yaşıyorum bir haftalık ağız hissizliği sonrasında...

Başkaa...Ev tuttum bir de Bursa'da..120 metrekare ev tuttum kendi başıma koşturuyorum evin içinde :))

Yani herşey yolunda diyebilirim. Zaten hafta arası 8.30-19.00 arası, cumartesi de 8.30-15.00 arası çalışıyorum eve gidince bayılıyorum haliyle :)

Eve hala internet bağlatamadım o nedenle sizlere haber edemiyorum sevgili takipçilerim...En kötüsü de sizleri takip edemiyorum...Ama az kaldı bağlatacağım neti...

Şimdi müdür beni yakalamadan kesiyorum yazımı burada...İş yerinde fırsat buldukça yazacağım...Kendinize iyi bakın ahali ;)

30 Mayıs 2010 Pazar

Başlıyorum...

Evet yeni bir başlangıç yapıyorum bakalım çoğu şeyde bitiş yaşadığım hayatımda...
Bitişler..
Başlangıçlar...
Belki de hepsi aynıdır kimbilir!?
Yarın işe başlıyorum uzuun öğrencilik hayatımdan sonra...
Bir yerden başlamak gerek dedim,başlıyorum...
Bitene kadar...

14 Mayıs 2010 Cuma

ister iste, ister isteme...

Neler istiyorum sanırım tekrar gözden geçirme zamanı geldi...

...Öncelikle 8 yıldır deli gibi okumama karşılık gerçekten birşeyler becerebildiğimi ve nefes alıp nefes verebildiğimi biraz da olsa hissettirecek bir işim olsun istiyorum...

...İş konusunda seçim yapabilmek istiyorum! (ama olmuyor,hiçbirşey yapmadan durmanın verdiği yorgunluktansa 'her işi yaparım' durumuna gelmek onur kırıcı sanki)...

...Ayağımda sandaletler, üzerimde eski püskü ama çok rahat bir elbiseyle yola çıkıp, şehirlerin ara sokaklarında hiç durmadan yürümek istiyorum...

...Yürürken sokak kedilerini seveyim, bana sırnaşsınlar, mırlasınlar, sonra bırakınca peşimden gelsinler istiyorum...

...Sokak arasında daldığım bi yokuşun sonu aşağısı deniz olan bir uçuruma çıksın, tam kenarında parmak uçlarımda durup dalga seslerini dinleyeyim istiyorum...

...Kendime incik boncuk deriler vb alayım makrome yapayım istiyorum...

...Babamın 35 yıl önceki İspanyol gitarını tamir ettirip gitar çalmayı onunla öğrenmek istiyorum...

...Artık birşeyler çalışmaya yeltendiğimde midem bulanmasın istiyorum...

...Ebeveynler de ara sıra olgun ve sakin olabilsinler istiyorum...

...Nerede yaşamak istediğime karar verecek lüksüm olsun istiyorum...

...İnsanlar arayıp sorarken, önemserken, bir anda önemsememeye başladığında nasıl olabildiğini anlayabilmek istiyorum...

Birkez daha göz atmış oldum işte sadece küçük bir kısmına...Bu liste böylee gider...İstemek güzel şey, sonra istemekten sıkılmak ve susmak, durmak, dururken yorulmak...Aman işte öyle bir hallerdeyim..Kalın sağlıcakla!

Yorumsuz...



Bir süredir blog u açıyorum, birşeyler yazayım diyorum, sonra ekrana bakıp bakıp kapatıyorum. Belki söyleyecek çok şey var, belki de aslında hiçbirşey yok. Bilemiyorum.

Az önce kaktüsümün dikenlerini severken buldum kendimi...Hala iyiyim, sorun yok...

Kendimi çözmeye çalışıyorum, sonra bunun için uğraşasım da gelmiyor...İçim bir sürü şey söylüyor sanırım, ama dinleyecek halim de yok açıkçası...Öylece susuyorum, olduğum yerde duruyorum...

İş durumlarına gelirsek, olma ihtimali çok yüksek olan bir iş olmadı, gayet de ruhumu okşadı olmadığı haberini almak...Sevgili işverenim olmadığını haber verirken bütün yeteneklerimi ve kendimle ilgili bildiklerimi, düşündüklerimi yerden yere vurdu bir güzel...

Neyse işte...Kendimi hiçbir işe yaramıyor gibi hissediyorum ara ara...Sonra 'yok canım,okadar da değil' diyorum, kendimi mi kandırıyorum?Bilmiyorum...

Yazdıklarıma bakılırsa gerçekten boşluktayım galiba...'Yorumsuz' kalıyorum hayata bu aralar!

29 Nisan 2010 Perşembe

iş görüşmeleri, karmaşıklıklar...Puff

Hayat çok garip birşey gerçekten...Bir an geliyor herşey ters gidiyor, hiç düzelmezmiş gibi geliyor...Sonra düzeliyor ama çok düzgünken bile karmaşık, yorucu...Neyse işte bu günlerde fazla sıkıntıdayım cidden. İş arama, görüşme durumları gerçekten çok zormuş. İşler ciddiye binince, hele bir de birkaç yerden olumlu olma durumu olunca seçimler gerçekten çok büyük yük oluyormuş insanın omzuna.

Burada bir fabrikayla görüştüm. Sağolsunlar ilk görüşmem üç buçuk saat sürdü..Gayet güzel bir özgeçmiş formu ile başlayan görüşme, ardından gelen 5 adet kişilik testi ile nereye gittiği bilinmez bir hal almaya başladı. Kişilik testlerini de oldum olası sevmemişimdir. Soruya bak: Genelde ........ bir yapım vardır. a)girişken b)sabırlı c)hırslı d)asabi

Ne diyeyim şimdi ben buna...Bundan daha beterleri de var tabii.İşte böyle yaklaşık 300 soru cevapladıktan sonra içeri bir kadın girdi elinde pembe kodlama kağıtlarıyla...Dı dı dı dııım...Yetenek sınavııı! Evet matematik ve zeka sorularıyla bezeli bir yetenek sınavıı...

O da bitti...Ama arkasından kişilik envanteri çıkarttılar..O da mı bitti...Aaa hadi bi de üstüne yarım saat mülakat...Bunların hepsini atlattım ya; 2 gün geçti bu sefer de bi dil kursuna yolladılar seviye belirleme sınavı için...Artık sınavda tansiyonum düştü, yapamadım  bişey valla. Orta halli çıkarttırabildim ancak ingilizceyi. 2 gündür de ses yok, bakalım ne diyecekler. Başka yerler de var, artıları eksileri hepsi düşünülünce geceleri uyunmuyor işte iki haftadır...

Çok bilinçsizim, çok karmaşığım, çok dağılmış durumlardayım anlayacağınız...Şans dileyin bana nolur...

15 Nisan 2010 Perşembe

hayat...nefes...

Geçen hafta yeni bir nefes girdi hayatımıza...Küçük, miniminnacık bir kız...İkinciye teyze oldum, herkes daha çok 'darısı başına' demeye başladı...Ben de 'öyle öyle siz de haklısınız' diye cevap verip geçiyorum...

Küçük minicik gözlerini açtı İlayda bebek, hep sıcak bir koyun istiyor, güven istiyor...Kimbillir ne kadar güvenli ve huzurlu bir yerdeydi aylardır...Ağlıyor hiç susmadan, nedir derdi bukadar diyorum..Sonra düşünüyorum da kim bu karmaşaya balıklama dalıp da ağlamaz ki...

İş başvuruları ve görüşmelerine başladım buarada bakalım neler olacak...
Hayat sürekli ilerliyor gerçekten...Yeni şeyler öğreniyoruz, yeni sorumluluklar alıyoruz, hiç durmadan da nefes alıyoruz...

Birisinin dediği gibi 'yaşamakla iyi iş çıkartıyoruz'...Gerçekten de öyle!

11 Nisan 2010 Pazar

Bahçıvan olmak...


Her insan yaşamda iki yoldan birini seçebilir: inşa etmek yada toprağı ekmek.

İnşa etmeyi seçenlerin işi yıllarca sürebilir, ama günün birinde yaptıkları inşaat biter. O zaman kendilerini kendi ördükleri duvarların içine hapsettiklerini görürler. İnşaat durunca yaşam anlamını yitirir.

Diğerleri ise toprağı ekerler. Fırtınalara, mevsimlerin getirdiği bütün çetin koşullara göğüs gererler ve hemen hemen hiç dinlenmezler. Ama yapının tersine, bahçenin gelişip büyümesi hiç bitmez. Bahçe, bahçıvanın sürekli ilgisini, dikkatini, bakımını gerektirirken bir yandan da yaşamını büyük bir serüvene dönüştürür.

Bahçıvanlar her zaman birbirlerini tanırlar; çünkü her bitkinin tarihçesinde bütün Dünya'nın gelişiminin yattığını bilirler.

P. Coelho

5 Nisan 2010 Pazartesi

Dengesizim, tatsızım, hastayım, sanırım....

Ne kadar dengesiz bir kadın olduğumu, her geçen gün daha da açık farkediyorum artık...Herşeyden zevk alan ben; birkaç gündür neredeyse nefes alamıyorum...Sanırım fiziksel olarak pek iyi olmadığım bir dönemdeyim ve psikolojimi de altüst ediyor bu durum. Artık hiç ama hiç geçmeyen baş ağrılarım hayatımı altüst ediyor...Daha bir sürü sağlık sorunu ve çözüm bulmak için kendine zaman ayırması gereken ama bunu düşününce bile kendi kendine gülen bir ben varım kendimle...Kendime başarılar diliyorum ve ne gerekiyorsa onu yapmaya devam ediyorum...Haydi kalın sağlıcakla...

27 Mart 2010 Cumartesi

Koşulsuz mutlu olmak gerek belki de...

Önceden de dediğim gibi, zor sayılabilecek bir dönemi atlattım ama tatil kavramım sıfırın altında seyrediyor...Daha da yoğun zamanlar geçiriyorum..




Olumsuz iş görüşmesi, çılgın koşuşturmalar, zorunluluklar bla bla bla...Ama tüm bunların içinde, neden olduğunu tam kestiremediğim bir şekilde huzurluyum, mutluyum ve en başta hayatımda stres istemiyorum artık...Herşeyden başka birşey öğrenmek istiyorum, istediğim gibi gitmeyen olaylarda istemediğim şeklinin tadını çıkartmak, ondan da mutlu olmak istiyorum...Şikayet etmek istemiyorum, kimse şikayet etmesin istiyorum...Herkes yaşadığı an için mutlu olsun istiyorum...

Polyanna mı?..Evet evet rüyama girdi sanırım ama ben rüyalarımı pek hatırlamam...Polyanna yada başka birşey işte...Kuantum fiziğinin kurallarını kabul edip bir de Budizm'e bulaşıp, niyetle hayatı yönlendirme aşamalarına gelmeyi bekliyorum :)

Belki de herkese bir çocukla vakit geçirmek gerekiyordur biraz...Onunla oyunlar oynamak, koşulsuz mutluluğunu paylaşmak terapi etkisi yapıyor olabilir...Gerçekten kafama takmak istemiyorum ayrıntıları...Büyük de olsalar...Herkesden bunu beklemek hata belki...Benden çok daha büyük dertleri olanlar vardır mutlaka...Ama mutsuzluk en büyük dert sanırım...Bana göre...

Siz neyi tercih edersiniz bilmiyorum ama ben ne akıyorsa önümden ondan içip serinlemek, temiz bahar havasını içime çekmek istiyorum...

23 Mart 2010 Salı

Uff Puff Çok Yoğunuuuum...

Uzuun aradan sonra merhabalar...

Blog umu gerçekten çok ihmal ettim biliyorum ama çok ama çok yoğunum. Bir taraftan teyzelik görevlerimi sonuna kadar yerine getirip ablama yardımcı olmaya çalışıyorum ve benim 'teyze delisi' yeğenim sayesinde internete girmeyi geçtim yaşamsal aktivitelerimi gerçekleştirmeye bile pek fırsatım olmuyor...

Bu arada da mezun oldum ama işler hiç de kolaylaşmadı. Yoğun bir şekilde iş başvuruları yapıyorum ve bu hafta bir görüşmem oldu, öğrencilik gibi hiç değilmiş onu yakından gördüm :) Çok rahat ve iletişim kurabilen birisiyimdir fakat 2. mülakatta resmen dilim tutuldu, kendimden hiç beklemeyeceğim kadar iletişimsizdim ve doğal olarak olumsuz sonuçlandı :(

Ama pes etmek yok...Yeni mülakatlar beni bekler değil mi? :) Eskisi kadar sık olmasa da yine buraya yazacağım...Kafam ve bedenim biraz daha huzurlu olursa eminim daha rahat olacak...Kendine iyi bak blog!!

3 Mart 2010 Çarşamba

Bitti evet bittiii :))

Bir süredir ortalarda yoktum...Heyecan ve koşuşturma vardı ama şimdi en azından biraz olsun rahatlamış olarak yazıyorum...

Yüksek lisans bittiiii :D

Çok rahat ve güzel bir savunma sınavı geçirdim ve yüksek mühendis oldum...Boyum uzadı mı? Savunmada topuklu ayakkabı giyince uzadı evet :))

Bakalım darısı yeni başlangıçlara ve bitişlere...

18 Şubat 2010 Perşembe

üzerimize rengarenk hamurlar ekleyerek büyütüyor hayat...

Hayat garip gerçekten...Arsız biraz...
Oyun hamuruyla oynar gibi şekilden şekle sokuyor insanı...
Çocukluğumdan beri hep fazla iyi niyetli, herkesi sevmek, iyilik yapmak için can atan bir sevgi pötürcüğü oldum :)


Hayat zorluklar yaşatıyor insana alıp başını gittiğinde...Tek başına yüzleşmeye başladığında...
Ama bu zorluklar insanın kendi içinden gelmedikçe aynı iyi niyet ve saflıkla atlatılabiliyor...
Sonra büyük umutlar ve cesaretle tercihler yapıyoruz...
Ben de bundan seneler önce tercihler yaptım...
Bu tercihleri yaptığımda çok da güçlü değilmişim, o zaman öyle olduğumu zannetsem de...
Uzun zaman hayal kırıklıklarına isyan etmek, gözyaşı dökmek ve yorulmakla geçti...
Ama sonra kendi tercihlerimin ve düşüp kalkmalarımın getirdikleri ve götürdüklerini kabul edebilmeyi, dahası sevebilmeyi öğrendim...Ehh biraz daha büyümüştüm...
Ama hep çocuk olmayı sevdi bir yanım...
Hayatı çok fazla düşünmeden, planlamadan, getirip götürdüklerine pek takılmadan yaşamaya başladım...
Kırık umutlara ve yorgunluğa perde çekmekti belki amacım...
Sonra birkaç gün önce; yıllardır bitmesini beklediğim bir dönemin sona ermesine ve emeklerimin karşılığını bir şekilde almama sadece iki hafta kaldığını öğrendim...
Ne kadar mutluluk verici OLMALI değil mi?
Evet sevinmeliydim, ama boğazıma düğümlendi birşeyler, nefes alamadım...
Okadar isyan etmiştim, o kadar emek vermiştim...Bitmemesine kızmıştım...Bitiyordu işte...
Ama o kadar alışmıştım ki hayatımın bu dönemine; daha fazla yıpranmamak için onu okadar benimsemiştim ki...
Bitmesi için sadece 2 hafta olması çok korkutucu geldi...
Sonra anladım ki: herşey başlıyor ve bitiyor...her biten şeyin ardından yeni, yepyeni birşey başlıyor...
Orta yolu bulmalı insan...
Herşeyin değerini bilmeli, tadını çıkartarak yaşayabilmeli...
Herşeyi sevmeyi ama hiçbir şeye alışmamayı öğrenmeli!

Kibrit kutum geldii :D

Kibrit kutusu oyunumuz nihayet sonuçlandı..
Ve sevgili Nefise Abla' dan çok güzel bir paket aldım...Gerçekten çok mutlu oldum...İçine de çok güzel tığla yapılmış iki çiçek, bir kelebek, ahşap bir kalp, desenli-çok şeker bir bant koymuş. Hepsini çok ama çok beğendim. İlk resimde kutuyu görüyorsunuz. Herşey el emeği olduğu için çok daha değerli tabii ki :)



Ayrıca yanında bir de fotoğraf çerçevesi göndermiş sevgili ablam. Kendisiyle iletişime geçtik, benim gönderdiklerimi de beğenmesine sevindim. İyi ki bu oyuna katıldım ve Nefise Abla'yı tanıdım...

29 Ocak 2010 Cuma

gecede başlığa yer bulunamamıştır!


Çayıma yalnızlığımdan katıp sarhoş olmaya çalışıyorum bu gece...

Kat kat bitmiyor...

Bazen çok fazla geliyor evet!

Yalnızlığı fazla kaçmış çayım ve ben gecede yok olmaya karar verdim...

Herkese iyi geceler...

28 Ocak 2010 Perşembe

sana sesleniyoruuum...



Sana sesleniyoruuum....

Eyy internetten yaptığım iş başvurusuna 'ilgili pozisyon dolduğundan size olumlu/olumsuz cevap veremiyoruz' diye mektup yollayan zihniyet...

Sen bana iş verme zaten mümkünse...

karar verdim...



Çocuklara olan hassasiyetimi ve sevgimi az çok biliyorsunuz artık hepiniz...

Ve hayatta en çok istediğim şeylerden biri, kendi çocuğumu kucağıma almak, büyütmek, sevmek, koklamak...

Dünyanın, özellikle de bu ülkenin gitgide daha berbat bir yer olduğunu, her türlü kötülüğün olabileceğini biliyordum...

Ama haberleri izliyorum son günlerde..
İnsan demeye dilimin varmadığı, nasıl yaratıklar var bu dünyada ki;
Bir bebeği doğduktan sonra annesinin görmesine bile izin vermeden alıp götürür...
Masumca oyun oynayan bir çocuğu kolundan tutup kaçırır...
Döver...
Dilendirir...
Ve nasıl bir bilinçsizlik, nasıl bir sapıklık o minicik bedenler üzerinde sapkınlığını tatmin eder????

'Allah hepsinin belasını versin' den başka hiçbirşey diyemiyorum ne yazıkki...

O kadar çok istiyorum ki anlatamam ama ben bu dünyaya çocuk getirmemeye karar verdim...Onu, her geçen gün daha da baş edilmez şekilde pisliğe batan, çıldıran bir dünyada yaşamak zorunda bırakmaya hakkım olmadığına karar verdim...

27 Ocak 2010 Çarşamba

olmadı...oldu...



Heryer kar yağışından geçilmiyor ülke çapında, bir türlü Ankara görememişti kar...Az önce bunu dedim ve ardından kar yağmaya başladı, kısa sürede de tuttu :S

Arada bir geliyor birşeyler ama...Başka olmuyor dediklerim de olsa ne güzel oluuurrr...

arz ederimmm...



Hadise'nin 'Penti' reklamları kaldırılsın, illa ki yayınlanacaksa kadına diksiyon dersi verilsin...

O da olmuyorsa 'Hadi kalk ayağaa, pentini gösterrr' repliği değiştirilsin...Ekrana bakmadan dinlediğim birkaç seferde 'ne diyor bu yahu' diye kaldım çünkü...

Hayır maazallah penti giyip ayağa kalkıp gösteren dişi olmayan şahsiyetler yoluyla satış gücü artar diye korkuyorum :p

tutku herşeydir...



'Tutkulu aşklar en fazla 7 ay sürer' gibi birşeyler okudum birkaç yerde...bu bir haber, araştırılmış, istatistik yapılmış falan...

Anlamadığım şey şu:
aşkın kendisi tutku değil midir zaten?
tutku olmadan aşkı yaşadığını nasıl iddia edebiliyor insanlar?
Gerçekten anlamıyorum...
Söz konusu olan durmadan sevişmek değil...
Konuşmayı, anlaşmayı beceremeyen iki insanın sevişmeyi becerebileceğini de hiç sanmıyorum...
Tamam ten uyumu diye birşey var...
Ama bana göre sabahlara kadar hararetli konuşmalar yapabilmek te tutkuludur...Hiç sıkılmadan, heyecanla...
Aşk öyle birşey ki; gözlerine baktığınız, konuştuğunuz, hatta sadece düşündüğünüzde bile damarlarda deli gibi akar kan...
O heyecan o tutku öyle birşeydir ki; dokunmak istersiniz, santimetreler uzak gelir, daha daha fazla hissedebilmek istersiniz...
İçinde tutku olmayan, yada bunu kaybeden 'bir şey' bana göre 'aşk' olamaz...
Tutku korkutucudur, cesaret ister, belki de çoğu zaman tehlikelidir...
Ama 'aşk' da cesaret ister ve tehlikelidir...Öyle değil mi?

Siz ne dersiniz bilmem ama ben 'aşk kısa ömürlüdür', 'aşkın ömrü bilmem kaç yıldır, sevgi saygı kalır' cümlelerine de çok fazla katıldığımı söyleyemeyeceğim...
Evet bir insanla yaşamak, hayatı herşeyiyle paylaşmak kolay birşey değil ve fazlasıyla sorumluluk getirir...
Sevgi, saygı tabii ki olmalı, sadece sevgiliye karşı değil bana göre, herkese karşı...
Ama 'tutku' kaybolursa işte o zaman aşk anlamını yitirir...
Ve aşksız salt sevgi ve saygı sıkar, yorar...
Sonra çok sevilen kadın yada adam aldatılır, başka yerde aranan tutkudur kara kedi...
Yada çok saygı duyulan kadın yada adam, duyulan bu saygının ağırlığıyla diğerini ezer, ne tutku vardır ne sevgi artık...Sadece saygı duyduğunuz birisiyle bir ömür paylaşmak çok da mutluluk verici olmasa gerek...
Karşınızda duran bedene, size bakan gözlere, konuşan dudaklara sevgiyle bakarak, dokunma hissetme isteğinden kendinizi alamayacak kadar tutkuyu da yaşayabiliyorsanız budur bana göre 'aşk'...
Ve hayat yada sorumlulukların bu tutkuyu yok etmesine izin verilmemeli...
Çalışırken, konuşurken, yemek yaparken, sevişirken...Tutku herşeydir...İşte o yoksa herşey biraz eksiktir...

flamenco...heyecan, tutku, aşk...hissedin...

Bu şekilde gitar çalabilmek yada bu şekilde dans edebilmek isterdim...Çok heyecan verici...İspanya'ya mutlaka gideceğim hayatımın bir döneminde...


26 Ocak 2010 Salı

geçmişten...




Bütün gün bir yandan bilimsel çeviri yaparken, her yarım saatte bir 'susam sokağı' ndan bölümler izledim. Tv'de Cedric izledim (bayılıyorum velete), sonra bir ara 'Red Kit' çıktı karşıma, deymeyin keyfime...

Bu kadar çocukluğuma dönmüş, pek bi neşelenmişken geçmişten bazı anılar yazayım dedim...

* Ben bebekken oldukça uzun bir süre hiç saçım çıkmamış...Annem beni gezdirirken gören amcalar 'Aman da aman benim oğlum askere de gidecekmişş' diye severlermiş...İyiki 'göster bakayım amcalara' diyen manyak zihniyetlerle karşılaşmamışım :) Sonra saçlar bir çıkmış ki sorma blog...Kıvrıla kıvrıla çıkınca zor oluyor tabi, saçları da anlamak lazım...

* Sonra biraz daha büyümüşüm ama neredeyse 2 buçuk yaşıma kadar tek kelime etmemişim...Doğal olarak endişelenen annem ve babam doktor doktor dolaşmışlar ve en sonunda 'hiç bir problem yok, canı isteyince konuşur' denmiş...O zamanlar annemin yerinde olsam zeka problemim olduğunu fln düşünürdüm herhalde...Sonra beni kendi halime bırakmışlar ve bir gün Bursa'dan Ankara'ya teyzem ve annemle otobüs yolculuğu yaparken, teyzeme dönmüşüm 'şen şuş ben konusçam' demişim...Bunu izleyen 6 saat boyunca bir dakikadan fazla susmamışım, neler anlattığımı sordum ama takip etmelerinin olanaksız olduğunu söylediler...'Lütfen sustururmusunuz çocuğunuzu, bebek var uyuyamıyor' diyen öndeki yolcuya teyzem 'hanımefendi çocuk 2 buçuk yıldır biriktirmiş, ben bunu nasıl susturayım' diye cevap vermiş...Eee tabii konuşacaksan tam konuşacaksın neymiş öyle 'anne' 'baba' 'mama' :D

* Ben çocukken pirzolaya 'saplı et', çatala da 'dişli kaşık' dermişim...

* Hiçbir şey yemezmişim, annemin anlattığına göre yolculuğa çıktığımızda ağzıma zorla bir lokma verirmiş, yolculuk sonunda arabadan inince aynen tükürürmüşüm...Allahım nasıl bir işkencedir kimbilir, çocuğum bana çekmesin istiyoruuum...

* Biraz daha büyüdüğümde (çok da büyük değil canım 4-5 yaşlarında sanırım) birgün annem beni sürekli bir koridora, bir cama gidip gelirken görmüş...Sonra biriktirilen bozuk paraları avuçlayıp avuçlayıp camdan aşağıya attığım anlaşılınca annemin şaşkın ve kızgın bakışlarla napıyorsun sorusuna 'onlar bozuk, o yüzden atıyorum' cevabını vermişim...Sivri zeka özelliğimi kullansaymışım ne yaratıcı işler yaparmışım kimbilir...

Şimdilik bu kadar çocukluk anısı yeter blog...Daha çok vardır ama ben gidip odamdaki oyuncakları toparlayayım (cidden hala odamda bir sürü oyuncak var) :))

--Sanırım hala çocuk yanımı kaybetmediğimi anlayan tek kişi ben değilim...Son görmeye gidişimde 3 yaşındaki yeğenim bana oyuncaklarından birisini hediye etti sonra da ' ama burada kalsın, buraya gelince oynarsın' dedi... :D

huzurlu ve aslında eğlencelidir mehter marşı...

Hayat hep bir 'mehter takımı' havasında ilerliyor çoğumuz için...Daha doğrusu 'Neslin baban, ceddin deden' eşliğinde disko dansı yapmaya çalışıyoruz, bu da baş dönmesi ve mide bulantısı yapıyor...Fon müziğini geceleri sessiz yatağımıza yatınca duyabiliyoruz belki, evet ne çaldığının farkına varabilecek kadar büyüdük...Ama belki bunu kabul edebilecek kadar büyümeyi istemedik aslında...

İki ileri-bir geri gidiyor hayat...Biz ise kafa sallıyoruz delirmişçesine...Fon müziğini duymazdan geldiğimiz sürece, yaptığımız saçma danslar daha çok yoruyor bizi...Müziği duyup hissederek iki ileri-bir geri adımlar atmanın huzuruna varabilmek daha akıllıca olmaz mıydı?

Neden savaşıp duruyoruz hayatla?
Neden bu kadar takılıyoruz ki müziğin ezgisine, adımların yavaşlığına, uyum sağlayamadığı anlara?

Yazıma Susam Sokağı jenerik müziğinden Pollyanna kardeşimle aklımıza gelen bir cümle ile son veriyorum:
'Sev Dünyayı Açılır Her Kapııı, İşte Susam Sokağıı'




Kırpık olasım var feci şekilde, hayır hayır Kurabiye Canavarııı ;)

24 Ocak 2010 Pazar

ayaz...

Sanırım ödül verdiğim herkes daha önceden bu ödülü almış ve kimseyi uğraştırmayacağım :D




O değil de Ankara'da nasıl soğuk hava nasıııl...Ayazın böylesi...Kışı hissettim sonunda...Yine metrodan okula yürüdüğüm süre içinde 'ölümüm donarak olmamalı!' diye dua edeceğim :S

yaratıcı blog...şımartıyorsunuz benii :D

Evet..Bilgisayarım düzelmedi hala şapşal gibi ama sevgili blogdaşlarım keyfimi yerine getirdiler...Öncelikle sevgili palyözi beni mimlemiş, çok teşekkür ederim canım...bu mim e göre kendimle ilgili 7 şey yazmam gerekiyormuş.

Bir yandan da bir blog ödülü almışım...Yaratıcı blog ödülü...Gerçekten sevindim :) Bunu bana layık gören sevgili KİMbırly ye çok çok teşekkür ediyorum...

Bu ödülü haketmek için yapmam gerekenler varmış...Bunların arasında kendimle ilgili 7 ilginç şey yazmam da var, bu nedenle sevgili 'palyözi' nin mim i için ayrıca birşeyler yazmam gerekmeyecek...Güzel tesadüf...Bu sana da gelsin 'palyözi'...

Ödüle göre yapılması gerekenler şunlarmış efenim:
* Sizi ödüllendirene teşekkür edin
* Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın
* Ödülün logosunu yayınlayın
* 7 yaratıcı blogger ı ödüllendirin
* Bu 7 blog un linkini yayınlayın
* Ödüllendirdiklerinizi haberdar edin
* Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın...

Hımm öncelikle ödülün logosunu bir güzel yayınlayayım göğsümü gere gere, bu arada da özelliklerimi düşüneyim :) -- Ödülün logosu da ilginçmiş ayrıca--



Hımm...Benimle ilgili 7 ilginç şey neymiş bakalım görelim...Aslında hiç de ilginç bir insan değilim o yüzden size ilginç gelmese de mazur görün artık...

1.) Biraz fazla dertli bir insanım genelde...Şanssızım demek istemedim sevgili 'palyözi' nin felsefesine uymaya karar verdim :) Yani genelde pişmiş tavuğun başına gelmeyecek şeyler gelir başıma...Hiç beklenmeyecek yerlerde ve zamanlarda...

2.) Ben de 'KİMbırly' gibi sakarım...Onun kadar değilim sanırım ama düz yolda kolayca düşebiliyorum...Bir kere lisede okula giderken gayet anlamsız şekilde merdivenlerden yuvarlanmıştım mesela :) Daha çok örneği vardır da neyse...

3.) Sabahları 'şapşal' olduğumu söylemiştim değil mi? Herkese herşeyi söyleyebilir ve her türlü komik hareketi yapabilirim :D

4.) Yemek yapmayı çok seviyorum ama çoğu zaman yemeyi unutuyorum...Bana göre gerçekten garip..Hiç içimden gelmiyor çoğu zaman...Ama 'çikolata' ya ve 'kahve' ye ASLA hayır demem...

5.) Dört-beş günlük sürelerle evden hiç çıkmadığım zamanlar oluyor...Evim çok sıcak olmasına rağmen bu durumda bile grip olmayı becerebilen, ama hiç te tam olarak hasta olamayan bir bünyem var...Bir ay kadar kuluçka döneminde gezinebiliyorum yani...

6.) Yemek yaparken yada bulaşık yıkarken müziği sonuna kadar açıp dans etmeyi çok seviyorum...berbat dans ediyorum :D

7.) Bir çocukla oturup aralıksız 24 saat ilgilenebilir, oyun oynayabilir, ona birşeyler öğretebilirim...Bayılıyorum küçük yaratıklara...

Sıra geldi bana göre 7 yaratıcı blogu ödüllendirmeye...
kelebek atölyesi
deniz kabuğu
güneşin oğlu
fatih
dalgaları aşmak
teki1arada (aylar sonra cevap verirse mucizee :D)
öykü

Eğlenceli oldu gerçekteen...Şimdi haber vermeye geldi sıra...

şans...



PÜFF...

Canım çok sıkkın inanamazsın blog...çoook...

Güne çok güzel başladım...Güya güzel bir başlangıçtan sonra oturup makalemi yazacaktım...
Alalı birkaç ay bile olmadı ama netbook um a birşeyler oldu...
Ne olduğunu cidden anlamıyorum...Şarkılarda takılıyor garip sesler çıkartıyor ve çoook yavaş çalışıyor...
Saatlerdir her türlü bakımı, taramayı yapıyorum ama görünürde hiçbir şey yok...
Bu şekilde kaplumbağa gibi makale yazmaya çalışacağım şimdi...
Hala ilk cep telefonumu kullanıyorum ama bilgisayar konusunda bu ne şanssızlıktır anlamadım...
Dün de aynı şey için oturdum apartmanda tadilat başladı, tır tırrr matkap sesleri...
Allah sonumu hayretsin...
Offf....

23 Ocak 2010 Cumartesi

cumartesi şarkısı...

Hasta oluyorum yine...

Evimin içi 25 derece kadar sıcak ama burnumun ucu buz gibi...
Yine erken kalkamadığım bir cumartesi gününe enerjimi kazanarak, kendime iki tokat atarak başlayacağıma söz verdim. Evi bi güzel havalandırdım, sporumu ve süpper cumartesi kahvaltımı yaptım. Bu sırada da kalkınca ilk yaptığım radyoyu açmak oldu, TV'yi açmaktan çok daha iyi tavsiye ederim :)

Candan Erçetin...Belki çoğu kişiye göre kasvetli ve sıkıcı bir görünümü olabilir ama bence çok etkileyici bir kadın...Her zaman çok asil ve güzel gelmiştir bana...Erkek olsam neler olacakmış acaba Tanrım :S

Bu şarkısını, hem müzik hem sözler olarak çok beğendim ve bu cumartesinin şarkısı olarak ilan ettim kendime...iyi dinlemeler...

20 Ocak 2010 Çarşamba

sustumm...



Dilim yoruldu yalnızlığımda...
Çok konuşmamalı insan bazen...
Bazen kendi kendine bile...
Susturuyorum kendimi bir süre...

'Susmak konuşmaktan daha iyidir'...Doğru...

içimdeki çocuk...



Çocuk hep oynamak ister...
Hep güler...
Ağlarken bile güler aslında...
Herşeyi yapabilecek gücü vardır...
Asla yalnız değildir çocuk...
Sevgi içinde yüzer, hep onu koruyacak bir anne kucağı vardır
Bilir çocuk...
Neden korksun ki?
Korkmaz; düşmekten, yorulmaktan, başarısızlıktan...
Düşünmez yarın neler yapacağını pek fazla...
O yüzden sevmez hiçbir çocuk 'ileride ne olacaksın?' sorusunu...
O dünyanın en güzel şeyidir ve bunu bilmek ona yeter...

Sonra büyür işte...
Kendini hep çocuk zannederek...
Yavaş yavaş büyümek zorunda olduğunun bilincine vararak...
Oyun oynamaktan vazgeçmesi gerektiğini öğrenerek...
Oynadığı oyunları daha acımasız, daha vahşi 'büyük insan' oyunlarına çevirmesi gerektiğini öğrenerek...
Daha çok acıtmaya başlar...
Ve daha çok acımaya heryeri her düşüşte...
Yıllar sanki hiç geçmemiş gibi gelir ama geçmiştir işte...

Olgunluk güzel der kandırır kendini koca çocuk...
Olgunluk zamanla yalnızlık getirir...
Anne kucağına sığamaz olur kocaman bedeni...
Acıyarak, acıtarak olgunlaşır...
Acıya acıya yalnızlaşır, başkalaşır, basitleşir...
Kendine yalanlar söyleye söyleye kaybeder çocuksu şirinliğini, güzelliğini...

Bir çocuğun gözlerindeki mutluluk ve parlaklığı aynaya baktığında asla göremeyecektir artık...
Yine de yaşar, sevmeye, sevişmeye, kazanmaya çalışarak...
Çocukken kaybetmekten korkmadığı herşeyi, kaybetmemek için yaşar artık sadece...
Gitmelere de alışır..
Gelmemelere de...
'Hadi git' der gidene sadece...

17 Ocak 2010 Pazar

ılgaz, kayak ve geri dönüş :(


Kısa ama dolu dolu bir kış tatili de bitti...
Ilgaz'da tatildeydim 4 gündür...
Okadar güzeldi ki herşey...
Dönmeyi istemedim gerçekten...

Bursalı olduğumu ve kayak yapmayı bilmediğimi duyan kayak hocasının gözleri faltaşı gibi açıldı :)
Dersler sırasında en fazla düşen kişi olarak kamp tarihine geçtim sanırım...
Hoca ders anlatırken bile kayakları tutamayıp düştüm :S
Ama azimliydim vee sonunda dönüşler dahil çoğu şeyi öğrendim...
Yukarıdaki resimde görülen pist zirveden aşağıya 1 km lik bir pist..
Buradan ilk kaydığımda hocanın üstüne yapışa yapışa kaydım
İkincisinde 2 defa düştüm, kayaklar bir yana ben bir yana :S
Ama sonunda hiç düşmeden kaymayı başardııım
Vee harika bir duygu gerçekten, herkese tavsiye ederim...

Tatil yine bitti...
Ve benim aklım orada kendim buradayım...
Bu psikolojiden bir an önce çıkmak lazım..
Puff...

12 Ocak 2010 Salı

ses ötesi...



SES ÖTESİ...
Son günlerde çok uğraşıyorum bu kelimeyle...

Sesin ötesi..
'Fiziksel'ini çoktan geçtim...
Herşeyin 'kimyasal'ında geziniyorum...
Bazen o kadar duyamıyoruz ki bazı sesleri...
Bazen de sesin ötesi geliyor
Kulaktan önce ruha...
Bütün gün bir ses duymak için bekliyorsunuz...
Büyülü bir ses...
Huzur verici...
Neşe verici...
Sesin ötesinde bir ses...
Bir anda heyecan, mutluluk ve güzellik getiriyor hayatınıza...
Ötelerden bir yerlerden!!

gitmek ...2...



Bavulu hazırlarsınız...
Yola çıkma heyecanıyla!
Herzaman gidilen yerlerin dışında bir yere doğru...
Dinlenmeye...
Yorulmaya...
Yanlışlara...
Günahlara...
Yeni yeni çıkmazlara bazen...
Yolun, yolculuğun nereye gittiği değildir bazen önemli olan...
Sadece gitmektir valizi heyecanla dolduran...
Kalmalar çok uzun sürmüşse bir de...
Sadece gitmek ister yollar...

not: kafiyeli olması için uğraşmamış, hatta şiir tarzında olmasını istememiştim. yazdığım herşeyi yayınladıktan sonra okuduğum için sonradan farkettim. böyle çıkmış, böyle kalsın artık :)

11 Ocak 2010 Pazartesi

sabah şapşalı...



Sabahları ciddi anlamda çok şapşal oluyorum...
Öyle böyle değil...
Çok komik anılarım var bununla ilgili
Ve bu komik anıları genelde o şapşallığımı paylaşmış kişilerden hayretle dinliyorum...

Bir işe girersem (inşallaaah)
Sabahları erken kalkmaya alışma aşamasında
Kendimden çıkabilecek sabah şapşallıklarını hayal edemiyorum...

Özellikle ciddi bir konuşma olduğunda çok zorlanıyorum
Örneğin profesörlerden biri arıyor ve ben yataktan fırlıyorum ismini telefonda görünce
Sonra kalkıp evin içinde uyuya uyuya geziyorum elimde telefon...
O arada neler dediğimi sonradan hocanın ağzını arayıp öğrenmeye çalışıyorum :)
Şimdiye kadar tehlikeli bir durum oluşmadı..
Bilinçaltım hala benden bağımsız ama mantıklı davranabiliyor demekki :D

9 Ocak 2010 Cumartesi

dengesizim ben sağım solum belli olmaz!



En son ne demiştim...
Hımm
Zaman ne gösteriyorsa onu yaşamaya,
Deniz üzerinde sırtüstü dinlenmeye karar verdiğimi söylemiştim...

Hala aynı düşüncedeyim..
Ama işte bir sorun var
Beyin ve ruh aynı doğrultularda ilerlemiyor...
Kendimi birşeyler istemekten,
Olsun diye sabırsızlanmaktan alamadığım zamanlar oluyor işte...
Hayal kurmalı tabii insan...
Ama işte dişi yaradılış fazlasıyla sabırsız olma potansiyeline sahip sanırım!
Neyse bu da geçer..

Birkaç anlamsız kulaç...
Biraz boğulma korkusu...
Sonra yine sırtüstü uzanıp dinlenirim...

Bir süredir ailemin yanında olmak da bünyemi bozdu galiba!
Yalnızlığa tekrar alışmak gerek...
Yarın tek başıma sinemaya gideceğim, planım budur...
Harika bir pazar günü...
Bir de sanırım muhabbet kuşlarımla konuşabilirim...
Konuşmayı unutmamak açısından iyi oluyor :D
Bir de benimle şöyle uzun muhabbetler yapabilseler...
Hep kendi aralarında muhabbet...
Peeh!
Nankör bu hayvanlar...
İki gün yemek vermeyip
Nefis terbiyesi yapayım bakalım :)

Farkedildiği gibi pek sağlıklı değilim...
Bakalım bir sonraki yazıda nasıl olacağım...

4 Ocak 2010 Pazartesi

dinlen...



Öncelikle herkese mutlu mutlu yıllaaar..
Umarım bu yıl sonunda
'Aman ne çabuk geçti, bişey anlamadık bu yıldan da' demeyiz...
Yaşadığımızı anlamamızı sağlayacak bir sürü şey olur dilerim...

Uzun zamandır hiçbir şey yazamıyorum, sonuçta tabii yazsam da kimseler okumamaya başladı...
Biliyorum :S
Karmaşık..
Karmakarışık bir dönemdeyim...
Hayatımdaki hiçbir şeyin ne olacağı belli değil...
Bu belirsizlik içinde, çok fazla durup düşünmemeyi seviyorum..
Buraya da çok duygu ve düşünce çıkmazlarındayken yazıyorum galiba...

Rahatım...Düşünmüyorum...Sadece mutlu oluyorum ve sadece bunu umursuyorum...
Nereye sürüklenirsem oraya gitmek istiyorum...
Denizin açıklarında sırt üstü uzanmış, bir güzel dinleniyorum...

Buraya yazmaya devam edeceğim...
Ama sanırım daha az iç karartıcı olacak herşey...
Daha iyi değil mi? ;)

 
template by suckmylolly.com flower brushes by gvalkyrie.deviantart.com